Oyunİndirelim
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Avatar (The Movie)

2 posters

Aşağa gitmek

Avatar (The Movie) Empty Avatar (The Movie)

Mesaj tarafından bєяk™ C.tesi Ocak 23, 2010 1:57 pm

Avatar…

Kitle iletişim araçlarındaki korkunç gelişme sebebiyle yapımının her aşamasında haberdar olduğumuz ve merak ettiğimiz sinemada yeni bir dönemin işaretçisi olacak, bir devri kapatıp diğerini açacak tüm filmlerin Fatih Sultan Mehmed’i… Tüm filmlerin anası… Yaratılmış en büyük vizyon deneyimi… Öyle mi dersiniz? Hiç sanmam!
IMDB
» Avatar (2009)


Yönetmen: James Cameron
Tür: Action,Sci-Fi,Thriller
Ülke: USA,UK
Dil: English
Konu: A paraplegic marine dispatched to the planet Pandora on a unique mission becomes torn between following his orders and protecting the world he feels is his home.
Puan: 8.9/10 (12,466 oy) Top 250: #51
Süre: 162 min
Ödüller: Nominated for 4 Golden Globes. Another 9 nominations
Oyuncular (ilk 5): Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Stephen Lang, Michelle Rodriguez

IMDB: http://www.imdb.com/title/tt0499549/

Öncelikle Avatar kötü bir film değil ve hatta oldukça iyi bir seyirlik fakat yönetmeninin ve onun iddialarının altında ezilerek standart izleyici kitlesi dışında kalanlar tarafından taşlanmak durumunda kalacağını düşünüyorum ki gördüğünüz üzere bunlardan biri de benim… Avatar neden böyle oldu, neden yarattığı bütün coşkusal sarhoşluğa rağmen seyircinin tamamı tarafından kabul görmedi. Bunları bilmek için biraz da James Cameron’u ve onun ilüzyon yaratma kabiliyetini bilmek gerekiyor.

James Cameron, Sinema yaparak adrenalin üretmek konusunda açıkara gelmiş geçmiş en iyi yönetmen olarak kabul edilebilir. Piranha Part Two: The Spawning gibi, genel izleyici için ossuruktan teyyare bir B-Film ile yönetmenlik kariyerine başlamış ve bu filmde sadece iflah olmaz B-Filmseverler tarafından kabul edilmiş olsa da sinema tarihinde ender rastlanan “ilkinden daha iyi devam filmleri” sınıfına “Aliens” ve “Terminator 2″ gibi iki film sokarak intikamını alabilecek kadar kudretli bir sinemacı… Ayrıca sinemada teknolojiden faydalanmakla ilgili olarak yeni tip denizaltılar tasarlanmasına ve yapılmasına yol açacak kadar da histerik bir teknoloji aşığı… Oyuncular için oldukça zorlayıcı bir yönetmenlik anlayışına sahip olan Cameron’un filmlerinde çalışanlara ne tür eziyetler çektirdiği, “The Abyys” ekibinin çekimler sırasında “Beni korkutamazsın çünkü ben Cameron’la çalışıyorum” t-shirtleri giymesinden de anlaşılabilir.
Cameron film çekerken her aşamada müdahil olan ve belki de bunun yorgunluğundan çok fazla ürün vermeyen bir sinemacı olsa da sinemaya kazandırdıkları sebebiyle her daim büyük bir saygıyı hakediyor. İşte bir nevi “yeni başlayanlar için James Cameron” olan bu kısmın sonunda bu adamın bu kadar yıl uğraşarak ve bu kadar para harcayarak çektiği Avatar’ın akıllara zarar bir şey olduğu beklentisi büyüyerek salondan çıkacağımız ana kadar yüreklerimizde yer etmişti…

2012 gibi bir filmi seyrederken iyi bir sinema izleyicisi ürünü satanın Roland Emmerich olduğunu bilerek aslında keçiboynuzu tadında bir şeyler izleyeceğini biliyor, keza Cameron’un seyircisi de önceki işlerinden dolayı kocaman bir beklenti öbeğiyle bu filmi izlemeye başlıyor ve fakat işte isimsiz bir yönetmen tarafından çekilse avuçlarımız patlayana kadar alkışlayacağımız bu film (Bknz: Neil Blomkamp – District 9) “Bir James Cameron filmi” olmasından sebeple kursakta kalan bir hevesden ileriye gidemiyor ne yazık ki…

Avatar’ın en büyük iddiası, sinemada daha önce görmediğimiz bir deneyimi bize yaşatacak ve bizi tamamen filmin içine çokarak kendimizi o ilüzyonun içinde hissetmemizi sağlayacak olmasıydı ki özellikle Navi ırkının modellenmesinde bunun başarıldığını söylemek mümkün. Daha önce de Robert Zemeckis (Polar Express, Beowulf) gibi yönetmenler bunu denedilerse de Avatar onların işlerini eski Disney çizgi filmleri gibi hissetmemizi sağlayacak kadar gerçek CGI karakterler barındırıyor. Fakat filmin geneline yayılmamış bir durum olduğunun da altını çizmem gerekiyor. Navi’ler ve Pandora’yı ağzımız açık izlerken gezegenin diğer yaratıklarının Jurassic Park’dakilerden ya da Askerlerin kullandığı Mechaların, Matrix’dekilerden daha başarılı olduğunu düşünmüyorum. Fakat yine 2012 ve benzeri pek çok teknoloji demosunun zaaflarını gizlemek için başvurduğu hızlı kurgu yerine Avatar pek çok anda Pandora'nın tadını doyasıya çıkarmanıza izin veriyor ki tempoyu yavaşlattığı iddia edilen bu sekanslar en çok zevk aldığım ksımlar oldu.


3-Boyut teknolojisine gelirsek çoğu seyircinin zannettiğinin aksine bu aslında oldukça eski bir teknik ve 1950′lerden bugüne sinemanın içinde… Gerçi değişik varyasyonları ile sinemasal 3-D hep B-Filmlerin kaderi olmuştur. Yani ortada şimdiye kadar 3-D deyince kendine değil teknolojisine güvenen filmlerle ilgili bir bolluk vardı. Büyük yönetmenler ve Blockbuster’lar liginde 3-D’yi ciddiye alan bu ilk denemede yine tam burada çöküyor işte… Evet ortada müthiş bir teknoloji, olağanüstü bir görsellik var ama gerisinde sizi meraklandıracak bir gizem ya da tahmin edilemez bir olay örgüsü yok! Şimdiye kadar yüzlerce filmde seyrettiğimiz “darda kalana yardım eden gönülsüz kahraman” şablonu tüm eskimişliğiyle filmin iskeletini oluşturuyor ve yine Hollywood’un paketlemeyi çok iyi becerdiği gizli ırkçılıkla servis ediliyor.

Şu anda bazı okurların “Eh yani, Avatar gibi çevreci bir filmi nasıl Irkçı bulabilirsin?” dediğini duyar gibi oluyorum fakat hiç düşündünüz mü? Navi’ler gibi doğayla dost ve bilge bir ırk aralarına karışıp onların saflarına geçen sıradan bir Amerikalı Asker kırıntısı olmadan kendi kaderlerini tayin edebilme şansına sahip değiller. Aryan bir İsa gelene kadar kimse bu durumu tersine çeviremiyor ki bu aslında Tarzan’dan beri gelen bir hıyarlıktan ibaret… Tarzan’da binlerce kaslı, güçlü zencinin yaşadığı Afrika’da büyüyüp Hepsinin ve tüm hayvanların efendisi oluyor, Jane gelene kadar zencilerden bir bayanla aşk ya da seks bile yaşamıyordu… Avatar en azından türlerin etkileşimine izin veriyor olsa da bu aslında klasik bir “günü kurtaran kızı kapar” klişesi…

Film boyunca aslında bir saygı duruşu taşımayan, Lawrence of Arabia, Delgo, Ferngully, A Man Called Horse, The Mission ,Soldier Blue , The New World , Dances With Wolves , Battle for Terra, The Last of the Mohicans, The Last Samurai, The Emerald Forest, Pocahontas , Kaze No Tani No Naushika, Warcraft, Starcraft, Little Big Man, Mononoke hime, ve bilumum Tarzan filmiyle girilen etkileşim bize “ilk”leri yaşatmaktan öte devamlı eskilere götürüp duruyor.
Teknolojik üstünlük bir filmi iyi yapmaya yetmediği gibi bu saydığım olumsuzluklarda kötü yapmıyor esasen… James Cameron güçlü kadın takıntısı ile sinemaya Ellen Ripley ve Sarah Connor gibi sert kadınlar kazandırmış bir yönetmen ve bu defa da yarattığı CGI Neytiri ile bu geleneği devam ettiriyor ve yine başarıyor. Neytiri’nin her halinden etkileniyor onu gerçek olarak kabul ediyor ve böyle bir sevgiliniz olmasını diliyorsunuz. O kadar kuvvetli bir karakter ki Michelle Rodriguez denen afet hatunun oynadığı helikopter pilotu bile gölgesinde kalıyor. Bu arada Michelle rodriguez’i her gördüğümde içimden “Vasquezzzzz!” diye bağırmak geçti.


Bu haliyle Avatar tam anlamıyla Arafta kalmış bir yapım gibi duruyor. Şenlik ateşi söndüğünde filmi eleştiren başkaca insanlarda olacaktır elbette ama dediğim gibi oldukça iyi bir seyirlik olan bu film kendi iddialarının altında kalarak hayal kırıklığına yol açıyor ve çoğu kimsenin söylediğini aksine sinemadan çıktıktan sonrasına pek bir şey bırakmıyor.

“İlk”lerden bahsetmişken… 1980 yılında Gölcük Garnizon sinemasında çekilen ilk Star Wars’u izlediğimde 8 yıllık ömrümde görmediğim şeyleri görmüş ve aylarca etkisinden kurtulamamış, tüm sinema beğenimi neredeyse bu filmin etkisinde oluşturmuştum. Star Wars 8 yaşındaki için de 80 yaşındaki için de “ilk”di. Avatar ise 20′li yaşlar için yeni olan pek çok sey barındırsa da benim yaşımdakiler için o kadar orijinal durmayan fakat kötü de olmayan bir deneyimdir.

Avatar'ı bu kadar yazdıktan sonra biraz da filmin muhtaç olduğu 3-D sebebiyle izlediğimiz ortamı yazmak isterim. Bir film incelemesinde bunun önemi yoktur fakat konu Avatar olunca aslında büyük bir önem taşıyor.

Çok takdir ettiğim ve bana göre aksiyon/bilim-kurgu sineması dağının zirvesinde oturan James Cameron’un yaptığı bu filmi ve yarattığı o muhteşem evreni mutlaka sinemada ve onun da tavsiye ettiği gibi bir IMAX gösteriminde izlemeliydim.


IMAX denen sinema olayıyla bundan uzun yıllar önce Ankara GMall’da tesadüfen karşılaşmış ve kelimenin tam anlamıyla büyülenmiştim. klasik film formatı olan 35mm’nin tam 2 katı yani 70mm’lik filmlere özel kameralarla çekilen IMAX filmlerindeki derinlik, netlik ve detay zenginliği anlatılmaz ancak yaşanırdı. Ayrıca çoğu kimsenin yeni bir şey sandığının aksine 1950′lerden beri varolan 3-D sinemaya bambaşka bir anlam katıyordu IMAX… Katmanlı görüntülerden oluşan kabartma bir 3-D değil, gerçekten de perdeden dışarı çıkıp koltuğunuza kadar gelen vizyonlar oluşturma gücü vardı. Kocaman adamları bile oyuncak bulmuş çocuğa çevirip ağızları bir karış açık bırakan muhteşem bir deneyimdi.

Şimdiye kadar çevirilen IMAX filmleri daha çok bu teknolojinin gücünü sergilemeye yönelik 50-60 dakikalık kısa yapımlardı ve kendilerinin film olarak çok fazla değeri yoktu. İlk defa bu kadar başarılı bir yönetmenin bu kadar büyük bir filmini, tam 162 dakika boyunca o evrenin içine girerek izleme imkanına kavuşmuştuk. Ya da öyle sanıyorduk…

E-Kolay Sinemadan Hüseyin Ergin dostumuzun davetiyle çocuklar gibi şen ve şakrak bir şekilde yaşadığım yerden tam 160 km ötede bulunan İstinyepark AVM’sinde bulunan AFM sinemalarına doğru yola çıktım… Ergin’in sabah bir ara Google Talk üzerinden “3-D salonda yer bulamayabiliriz!” feryadı beni dünyanın sonunun geldiğine inandırsa da daha sonra kendisinden gelen “film tek salonda gösterilecekmiş, Hepimiz IMAX’liyiz” müjdesiyle 1. geleneksel Avatar Şenliklerine kaldığımız yerden devam edebildik.

AVM’de Masis ve Kahramanlarsinemada.com’dan Hakan’la buluştuktan sonra neşe içinde salona girip, takanı 70′lerin çılgın teyzelerine benzeten beyaz çerçeveli gözlüklerimizi de alarak birer paket mısır bırakılmış koltuklarımıza gömüldük. Öncesinde LG’nin bir bayi sunumu olduğu için LG elemanları en iyi koltukları kapmıştı ne yazık ki… Bayimizden ısrarla istesek! belki o koltukları bize bırakırlardı ama denemedik bile… Biraz kenarda kaldığımız için hayıflansak da kimse IMAX keyfimize engel olamazdı… Ama oldular, hem de sinemanın bizzat işletmecileri yaptılar bunu…

Film başlar başlamaz perdeye düşen karanlık görüntünün birazdan düzeleceğini tahmin ediyordum ama öyle olmadı… Tam 162 dakika boyunca karanlık ve detay yoksunu bir filmi izledik durduk. Verdikleri çizik içinde ve yağlı gözlükleri silmeye çalışarak çare arasak da para etmedi. IMAX, IMAX diye gelip belki de memleketteki en berbat gösterim şekli ile Avatar’ı izlemeye çalışıyorduk. Devamlı sağa bakmaktan ağrıyan boynumuz bir yana, bu nasıl bir sinema işletmeciliği idi ki bu kadar kötü bir projeksiyonu (ben diyeyim 50, siz deyin 100 lümen) hem de çoğunluğu sinema bloglarından gelen insanlara gösterebildiler.

Soldaki olması gereken, sağdaki ise bizim seyrettiğimiz Avatar! (simüle edilmiştir.)

Film bittiğinde Masis ve Hakan filmden tatmin olmamıştı ama ben işin teknik kusurlarında takılı olduğum için filmin iyi olup olmadığını düşünmüyordum bile… Eve gelince ilk işim AFM’cilere mail atmak oldu ama tahmin edersiniz ki hiçbir geri dönüş olmadı. Yazımı oradan gelecek cevabın hatırına da ancak bu kadar bekletebildim. Bu arada bu sabah itibariyle IMAX’in Kanada’daki merkez yönetimine de bu kötü tecrübeyi raporladığımı bildirmek isterim. Umarım onlar ilgilenirler…

Uzun lafın kısası; Türkiye’de berbat bir sinema işletmeciliği var ve sözümona memleketin en iyi salonları sayılan AFM İstinyePark salonları da klasik Türk esnaf zihniyeti ile yönetiliyor. İnternetten takip edebildiğim kadarıyla biliyorum ki bir sonraki gün öğlen gösterimi de yarım kaldı ve insanlar filmin yarısını izleyip evlerine dönmek zorunda kaldı. İş bilet parası kesmeye ve salonda bir şeyler satmaya gelince burunlarından kıl aldırmayıp herşeyi profesyonellikle açıklamaya çalışan bu işletmelerin hiçbir standardı tutturamamaları ve yine de bu aymazlığa devam etmeleri sebebiyle “Film sinemada izlenir” mottosunu “Türkiye’de film izlenecek sinema salonu yoktur“a çeviriyorum ve ayrıca Avatar’a henüz gitmemiş sinemaseverleri de şiddetle uyarıyorum AFM İstinyepark Salon 5.den uzak durun!

Sevgiler, saygılar
bєяk™
bєяk™
Normal Üye

Mesaj Sayısı : 413
Kayıt tarihi : 04/12/09
Yaş : 33
Nerden : İstanbul

https://www.facebook.com/profile.php?ref=profile&id=1

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Avatar (The Movie) Empty Geri: Avatar (The Movie)

Mesaj tarafından Rockiη' ƒunkiє147™ C.tesi Ocak 23, 2010 6:26 pm

Şuna bir bakmanızı öneririm, ben bakınca cok guldum:

DİVATAR
Rockiη' ƒunkiє147™
Rockiη' ƒunkiє147™
Çaylak Üye

Mesaj Sayısı : 138
Kayıt tarihi : 06/01/10
Yaş : 32
Nerden : nerden değil nereden:İsTaNBuL

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz